8 Temmuz 2014 Salı

“Biz başka çözümler Biliyoruz'' Diyenlere...

“Biz başka çözümler biliyoruz” diyenlere... 


Mısır’da kafes içinde bölümü bekleyen yüzlerce insan, içlerinde hamile kadınlar, çocuklar ve yaşlı dedeler var.


Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz Çin zulmü altındalar. Geçtiğimiz günlerde Tayland’da 200 Uygurlu Türk kardeşimizin kaçak olarak bulunduğu haberi medyada yer aldı. Çin’in baskısından kaçan bu mazlumlar kauçuk tarlasında gizleniyorlardı. Burma’da ise durum farklı değil. Arakan’dan yakılan köylerin haberleri gelmeye devam ediyor, geçtiğimiz günlerde Rohingya kökenli kardeşlerimiz Türkiye’ye gelerek zulmü duyurmak için yardım istediler. Suriye ise başlıbaşına bir zulüm yurdu haline geldi. Ben resimlere bile bakmakta zorlanırken Suriyeli bebekler o karda, çamurda çıplak ayakla dolaşıyorlar. Kadınların gözlerindeki çaresizlik ise herşeyi anlatıyor. Aileleri bir anda katlediliyor, çocukları gözlerinin önünde açlıktan can çekişerek ölüyor. Ben rahat evimdeyken onlar 600 gündür açlıkla, ölüm tehdidiyle, soğukla, yağmurla uğraşıyorlar. Batı’nın her ülke için şart koştuğu en temel insan hakları onlar için şu anda ufukta görünmüyor bile. Ben nimetler içindeyken, onlar içecek temiz su, 1 dilim ekmek bile bulmakta zorlanıyorlar, çocuklar ot toplayıp annelerine götürüyor ve bunlar suda kaynatılıp “yiyecek” yapılıyor ve bu otlu su ile yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar...


Suriye’de yaşanan yıkım, bir ülkenin tarihiyle, kültürüyle, sanayisiyle en önemlisi de halkıyla birlikte yok olması çok önemli bir olay. Bu ülkede İslam tarihi boyunca görülmemiş bir kıyım var. Bu görüntüler, bu sıkıntılar ilk değil ve şimdilik son olmayacak gibi görünüyor. Durum böyleyken hiçbir şey yok gibi hayatlarına devam edenler, İslam birliğinin kurulmasını istemeyenler, bu yolda yapılan çalışmaları desteklemeyenler çok büyük bir vebal altına giriyor olabilirler. Bediüzzaman Hazretlerinden bir hatırlatma Dünyada yaşanan zulüm, katliam, kargaşa ve huzursuzluklar için Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, “hamiyet-i aliyenin feveran edeceği yani müslümanları coşturacak, onların imanlarını ve İslam’ı koruma hırslarını artıracak olaylardır” demiştir. “Böyle bir cemaat-i azîme (Peygamber Efendimiz (sav)’in soyundan gelen büyük seyyitler cemaati) içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek (coşacak) ve uyandıracak hâdisat-ı azîme (büyük olaylar) vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki (büyük kuvvetteki) BİR HAMİYET-İ ALİYE (büyük koruma hırsı) FEVERAN EDECEK ve HAZRET-İ MEHDİ (A.S.) BAŞINA GEÇİP, TARİK-I HAK (hak yola) ve HAKİKATE (gerçeğe) SEVK EDECEK...” (Mektubat, s. 473)


Bediüzzaman Hazretleri,“HAMİYET-İ İSLAMİYE FEVERAN EDECEK” sözleriyle aslında güzel günler öncesinde yaşanacak olan zorlu günleri haber vermiştir. Bu dönem çok zorludur ve acılarla sıkıntılarla doludur ama bir o kadar da müslümanlar için çok kıymetli vakitlerdir. Müslümanlar soğukta, üstelik tek başına, kaldırımın kenarına sığınarak bombardımandan korunmaya çalışan bir bebeğin resmini gördüklerinde işlerine dönemezler. Hiçbir şey yok gibi davranamazlar. Eğer gerçekten iman ediyorlarsa, hemen vicdanlarını harekete geçirirler. Çocuklarını varil bombası yıkıntılarından kurtarmış yaralı bir babanın görüntüsü onların hamiyet hislerini feveran ettirir, şevklerini ve İslam ahlakı adına mücadele etme azimlerini artırır. Korku içinde saklanan mazlumların görüntüsü onları kendi derdiyle değil ümmetin derdiyle ilgilenmeye yöneltir. Buz gibi toprağa çıplak ayaklarıyla basan yemek kuyruğundaki miniklerin durumu müslümanları kendine getirir. Ama sadece Doğu Türkistan ya da sadece Suriye için çalışmakla olmaz. Peki ya Arakan, peki ya Afganistan, Orta Afrika, Doğu Türkistan? Peki ya Keşmir ne olacak ya da Filistin’deki kardeşlerimiz ne yapacaklar? Bu bozgun ve hemen her yeri saran ateşin bitmesi için yapılması gereken tek bir şey var: Allah’ın dediği gibi yaşamak, Allah’ın isteklerini yapmak. Dünyadaki kargaşanın nedeni Allah’ın dediğinin tam olarak yapılmamasıdır. 


Allah’ın gösterdiği çözümü uygulamak İnsanlar Allah’ın dediğine uymazlarsa Allah insana rahatlık vermez, sürekli bir bozgun olur, yeryüzünde huzur oluşmaz. Allah bereketsizlik ve uğursuzluk meydana getirir. Yeryüzünün huzura kavuşması için yapılması gereken ise inananların kardeşler olmaları, birbirlerine yardım etmeleri ve birlik oluşturmalarıdır. İslam Birliği’nin kurulması Allah’ın Kuran’da gösterdiği, Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinde detaylarıyla anlattığı çözümdür.


Birlik olmak Kuran’a göre farz, dağılıp ayrılmak ise haramdır. Temennimiz, Allah’ın “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın…” (Al-i İmran Suresi, 103) hükmü gereği bir an önce birleşip Türk İslam Birliği’nin tesis edilmesi, bu vesileyle çekilen acıların son bulması, tüm dünyanın huzura ve güvenliğe kavuşmasıdır. Müslümanların birlik olması, kan bağı olan kardeşler gibi, hatta daha da şiddetli şekilde kenetlenmesi farzdır. Bediüzzaman Hazretleri de İttihad-ı İslam’ı “en büyük farz” olarak ifade etmiştir. Dolayısıyla bu mübarek insanı seven, saygı duyan tüm kardeşlerimizin, kıymetli Üstadımızın takipçilerinin de bu çözümü görmeleri, bunu kabul etmeleri ve bu yönde çalışmalar yürütmeleri gerekir.


Hiç kimse “Biz başka çözümler biliyoruz” dememelidir. Bu, “Kuran’ın anlattığı bizi ilgilendirmiyor” anlamına gelir ki bir müslüman için böyle birşeyi kabul etmek mümkün değildir. Allah’ın istediği yapılmazsa bereket olmaz, huzur ve barış oluşmaz, zulüm devam eder. Yaşanan zulmün sorumluluğu da o kişilerin üzerine olur.