21 Şubat 2014 Cuma

Kırmızı çizgiler ve Türkiye

Suriye’deki kimyasal katliamla birlikte çok konuşulan "kırmızı çizgi koymak"tan benim anladığım, sorunu tamamen çözecek önlemler almak yerine bir anlamda öldürme şekline ya da öldürme sayısına sınır belirlemektir. Başkaları içinse bu tanımlama değişebilir.
Kırmızı çizgi; kimileri için son nokta demektir,  kimileri için aşılmaması gereken kurallar, kimileri içinse yasaklardır.
Devletler arası ilişkiler söz konusu olduğunda kırmızı çizgi, “geri adım atılmayacak, her ne olursa olsun savunulacak nokta” anlamına gelir. Kırmızı çizgi ilan ettiğinde o ülke sorumluluk üstlenmiş ve bazı şeyleri göze almış demektir. Yanlış bilgilendirmelerle ya da diplomasi kullanılarak yapılan baskılarla bu çizgiler zorlansa da o ülke kararlı olmak durumundadır.

Ülkemizin birçok kırmızı çizgisi oldu. Eski dönemlerde Yunanistan ile yaşadığımız karasuları ihlalleri Türkiye için kırmızı çizgiydi. Yakın zamanda Suriye, Irak ya da İsrail gibi ülkelerle olan ilişkilerimizde de kırmızı çizgiler koyduk ve bunları uyguladık.
Saldırılara, sınırların ihlal edilmesine ve dünya kamuoyunun baskılarına rağmen her zaman gereğini yapmak için çalıştık. İnsani yardımlardan vazgeçmedik, hukuk kuralları çerçevesinde gereğini yapmak için gayret ettik, milletçe zalimlerin karşısında durduk ve dünya kamuoyunu bilgilendirmek için çalıştık.
Peki dünyadaki diğer ülkeler için “kırmızı çizgiler”in aşılması söz konusu olduğunda Türkiye ne yapabilir? Savaşın olduğu, mazlumların ezildiği bölgelerdeki zulmü Türkiye tek başına durdurabilir mi?
“Tek başına” diyorum çünkü son dönemdeki olaylara baktığımızda dünya kamuoyunun tepkisizliği Türkiye’nin bu anlamda tek başına kaldığını bize gösteriyor:
 -Suriye’de, “Hava saldırıları kırmızı çizgidir, böyle bir şeyi kabul etmeyiz” demişti dünya kamuoyu, ama son 10 ayda Esad’ın yaptığı hava saldırılarında en az 4.300 sivil katledildi.
-Kimyasal silah kullanılması uluslararası alanda, “aşılmaması gereken kırmızı çizgi” olarak nitelendilir ama Suriye’de Guta’da kimyasal silah ile 2.500’ü aşkın masum sivil katledildi.
Bütün bunlarda sesini yükselten, ilk kınamayı yapan, diplomasi trafiği başlatan ve tarafları, sağduyuya, itidale davet eden sadece Türkiye oldu. Dünya kamuoyu ise 2.500 insanın şehit edilmesinden günler sonra “Acaba kimyasal silah mıydı, hangi taraf kullanmış olabilir” gibi tartışmalara başladı.
Sarin gazına maruz kalan masum çocukların nefes alamayarak gözler önünde ölmesi, bebeklerin can çekişen görüntüleri ve sayının 2.500e ulaşması dünyayı pek de etkilememişe benziyordu.
Bir kere Kimyasal Silahlar Sözleşmesi ile sarin gazı gibi kitle imha silahlarının üretimi, stoklanması ve kullanımı, 200’e yakın ülke tarafından ortak karar alınarak yasaklanmıştır. Durum böyleyken yaşananlar, bu yasaklamanın kaale alınmadığını yani izlenmesi gereken yöntemin farklı olması gerektiğini bize göstermiştir.  
Peki ne yapabiliriz? Birkaç saat içinde 5.000’den fazla insanın hayatını kaybettiği Halepçelerin, 2.500 sivilin şehit edildiği Gutaların tekrarlanmaması için nasıl bir yöntem izleyebiliriz?
-Gösteriler düzenlemek çözüm değildir.
-Sloganlar atmak çözüm değildir.
-Lanet okumak çözüm değildir.
-Ülkeleri dışlamak çözüm değildir.
-Yapılması gereken hemen birlik olmaktır.
Türkiye her ne olursa olsun, hatta kendi çıkarlarına zarar verecek bile olsa mazlumun yanında olmuş, İslam ahlakının tüm insanlığı kucaklayan, hoşgörü ve kardeşliği ön plana çıkaran yönünü dünyaya göstermiştir. Ancak Türkiye’nin tek başına çabası yeterli olmamıştır ve olmayacaktır.
Çözüm inananların birlik olması ve bir an önce İttihad-ı İslam’ın gerçekleştirilmesidir.
İslam dünyası kendi özündeki değerlere sahip çıktığında, birlik ve beraberliği sağladığında farklılıklar inanç birliği altında yok olacak ve çözüm de kendiliğinden oluşacaktır. Müslümanlar herşeyden önce Kuran’a göre kardeştirler, uygulamalarda farklılık olsa da, görüş ve düşüncelerde ayrımlar yaşansa da bunlar kardeşliği ortadan kaldırmaz.
Tam tersine farklılıklar güzelliktir, ihtilaflı konularda da anlayışlı davranıldığında sorunlar hemen hallolacaktır. Nasıl ki öz kardeşler arasında konular büyümeden hallolursa aynı şekilde İslam birliği çatısı altında da bütün sorunlar kolaylıkla çözülecektir.
İşte bunun için inananların birliğinin önündeki engeller hemen tespit edilerek bazı insanlardaki tereddütlerin, olumsuz düşüncelerin tamamen ortadan kalkacağı gibi çalışmalar yürütülmelidir.
Unutmayalım ki Allah bütün bu çabaları dua kabul edecek ve Müslümanların kalplerini uzlaştıracaktır. İttihad-ı İslam’ın her dile getirilişi, her fırsatta hatırlatılışı bu duaya bir destek demektir.
Emine Deniz TANIK